Onu ilk gördüğümde, Eylül 1965’te, bir mitingden geliyordu. Herkes ona odaklanmıştı: “Şimdi Aydın gelir ortalık hareketlenir!” Bir yakınımızın nişanında, kızlar ve erkekler oturup bekliyorduk; ama neyi, bilmeden. Kapı açılıp içeri, bağırış çağırış, iri gözlü, incecik bir kişi girdi... Gelen Aydın’dı. Mitingin coşkusu, yıllarca görmediği arkadaşlarına anlatılacak konuların çokluğu ile bir anda evin içinde bitiverdi. Herkesle konuşmak, ellerini sıkmak, coşkusunu herkese geçirmek istercesine gülüyor, anlatıyor, anlatıyordu. Önce şaştım, sonra daha çok şaştım.
Aradan yıllar geçip (39-40 yıl) geriye dönüp baktığınızda, yine ülke sorunlarında içi içine sığmayan, yine anlatacak şeyi daima çok olan, ama hiç vakti olmayan, işlerin çokluğu nedeniyle zaman zaman yakınan, ama hiçbir işe “hayır” diyemeyen bir insanla yaşadığınızda, hep şaşıp yıllar yıllar geçtiğinde anlıyorsunuz ki onun sınır tanımayan insan sevgisi, yurt sevgisi, en kötü koşullarda bile savaşımdan vazgeçmeyi aklına getirmeyen iyimserliği, belirli dönemlerde yaşantımızın ertelendiği ölümcül olabilecek ağır kazalarda bile, düşünülen, kaygı duyulan tek şey olarak hep “işler”i öne çıkarıyor. O tek başına kalsa bile, sonunda her şeyi iyiye, güzele dönüştürebileceğine inanan güçlü, olumlu bir kişilik. Annem Aydın’a bir şiir yazmıştı. Şimdi bu satırları yazarken onu anımsadım: “Aydın, çalışkanların sen en başısın...” dizeleriyle başlayan bir şiir. Hep çalışan, hep çalışarak, emeğini koyarak yaşamını kazanan ya da yaşamını anlamlı kılan bir insan... Her yaptığı işte aşırı emek ve özveri var. O nedenle başı dik ve gözünü budaktan sakınmayan bir kişilik. Dürüstlüğü ve doğruluğu ilke edinmiş, bilime inanan, çok okuyan, okuduğunu özümseyen ve üreten bir kişi Aydın.
Aydın’ı ortaokuldan, 1953’ten beri tanıyorum. İyi bir öğrenciydi, sınıf birincisiydi. O hep sabırla öğretmeye, anlatmaya hazırdı. Bu özelliği onu ideal öğretmen konumuna oturtuyordu. Onun birinci denilebilecek özelliği çalışkanlığıdır. Ama size bireysel ve sosyal meziyet olan çalışkanlıktan bahsetmiyorum. Onun için çalışmak var oluştur. Aydın’ın iyi öğrenciliği (aklı, çalışkanlığı), daha o yaşlardaki sabrı, onun çevresiyle ilişkilerini çoğaltıyor, ona erkenden saygınlık kazandırıyordu.
Onun takım çalışmasına yatkınlığı da, insancılığı/ulusalcılığı da, alçakgönüllülüğü de bu özelliğinden besleniyor.
Onun için, herkesin bildiği “oyuncağını durmadan bozup yapan meraklı çocuk” gibidir denilebilir. Ama o çocuksu değil ergin bir merakla, bir oyuncağı değil bütün bir hayatı kendi kendine keşfetmeye, iyileştirmeye sonsuz bir azimle girişmiştir... Çalışması verimlidir.
Aydın’ı, Ankara’da askerliğimi yaparken 1966’da tanıdım. Olağanüstü enerjisi, coşkusu, merakı, derinliği, insanseverliği ve yurtseverliği ile beni, kısa zamanda çok etkiledi. Yedek subaylığımı yaparken tanışmıştık. Benden beş yaş daha gençti. Değerli ve güzel insan Gülden’le evlenmeye karar verdiğinde de, Hacettepe’ye katılma kararında da yanındaydım; onu desteklemekten hiçbir zaman geri durmadım. Aydın’ın Türk Dili’ne yaptığı inanılmaz katkılar bir ömrü anlamlı kılmaya fazlasıyla yeterlidir.
... Bilirim ki, Köksal için yazmak, yazana onurdur. Ülkemizde iki tür aydınlanmacı portresiyle karşılaşıyoruz: Bilim (akıl) aydınlanmacıları, duygu aydınlanmacıları... Akılcılar bilimsel yöntemden şaşmazlar, duygucular coşkularının yolundadırlar. Devrim bile yapabilirler; ama bilimsel temeli olmadı mı, devrim, bir türlü kurumlaştırılamadan, ancak yapıldığı sırada coşku yaratan bir eylem olarak kalıyor.
Aydın Köksal’la nerede, ne zaman tanışmıştık? Otuz beş yıl önce Hacettepe Üniversitesi’nde “Temel Türkçe Bölümü” adıyla yeni birim açılmış, birimi oluşturma görevi de bana verilmişti. Öğrencilerin anadili donanımlarını güçlendirme, “konuşma, dinleme, okuma, yazma” becerilerine yönelik eksikliklerini giderme amacıyla açılmıştı bu birim.
Hiç abartmadan söyleyebilirim ki, Aydın Köksal, yeteneklerini, becerilerini, bilim ve uygulama alanındaki başarılarını hayranlık ve şaşkınlıkla izlediğim, Türkiye’de gereksinimini duyduğumuz seçkin aydın tipinin gerçek örneklerinden biridir.
Prof. Dr. Aydın Köksal’ı şahsen tanımak mutluluğuna çok geç eriştim. 2003 yılının sonbaharı Antalya’da bir Türkçe etkinliğinde uzun uzun sohbet etme fırsatı yakaladım. O yıl içinde birkaç kez daha görebildim kendisini. Bu deneyimlerim bende, hayran olduğunuz ünlü biriyle yıllar sonra tanışma, konuşma fırsatı bulmanın nasıl bir duygu olduğunu sonuna kadar anlama olanağı da sağladı. İnanılmaz bir enerji ile anekdotları birbirine bağlayan ve her birini bir sonuca bağlayan akıcılıkla dil, dil öğretimi, Türkçe ve her birinin bilgisayar yönleri üzerinde konuşan bir Türkçe tutkunu, bir anadili tutkunu.
“Nitelikli öğretimin ancak anadilimizle ve anadilimizin sözcüklerinden oluşan bilim sözleriyle verimli biçimde yapılabileceğine ilişkin gözlem ve değerlendirmelerimin, daha 1966’da bilişim mesleğinde çalışmaya başladığım yıllardan beri, bütün meslek yaşamım boyunca gereğini yapmış, bu yolda bilişim, bilgi işlem, bilgisayar, donanım, yazılım gibi 2500’ü aşkın yeni sözcüğü türetip dilimize kazandırmış ve mesleğin yeni bir bilim dalı olarak öğretimini Türkçe olarak başlatmış bir mühendis, bir öğretim üyesi olarak toplum önünde...”
Ülkemizi büyük bir atılımla bilişim toplumuna dönüştürme özlemiyle, bu doğrultuda yoğun çaba gösteren bir aydın olarak uzun yıllar yakından tanımak fırsatı buldum Aydın Köksal’ı.
1981’de Hacettepe Üniversi¬tesi BBM’den mezun olduktan sonra, bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamıştım. Bir gün Aydın Bey bana “Fahir, üç ayda Fransızca öğrenmek ister misin?” diye sordu. Şaka yaptığını zannettim; “Tabii isterim!” diye yanıtladım. Aydın Bey, elindeki küçük kâğıt parçasını uzattı: “Bu kitabı bul, üç ay bo¬yunca haftada iki kez Fransızca çalışacağız” dedi. Kâğıdın üzerinde French without Toil, Méthode Assimil” yazıyordu.
Aydın Köksal’ı 1984’te, 17 yaşında tanıdım. Liseyi bitirip Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümüne girmiştim. Bilgisayar mühendisi olmak istediğimden çok da emin değildim.