Bilişim’in ve Bilgisayar’ın İsim Babası

Feyziye Özberk, 201
Yazar

Biz kendi yaratıcı gücümüze güvenmeyi Mustafa Kemal’den öğrendik. Aydın Köksal

Prof. Dr. Aydın Köksal, her şeyden önce yurdunu, ulusunu seven bir aydın. Çok yönlü, kültürlü bir bilim adamı… Bilişim uzmanı, elektronik mühendisi, dilbilimci, eğitimci, yazar… Doğayı, yaşamı, insanları seviyor. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca, İspanyolca biliyor. Hepsinin tadı dilinde damağında iz bırakmış; ama o en çok Türkçenin anlatım gücünden etkilendiğini, Türkçenin yapısal gücünden büyülendiğini söylüyor.

Aydın Köksal, Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluşunda görev almış. Bu üniversitenin önce Bilgi İşlem Merkezi’ni (1967), sonra Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nü kurmuş. Gelecek yaratıcı, yenilikçi bir yönetimin unutulmayan örneklerini yaşama geçirmiş. Tüm bunları Türkçeye yaslanarak yapmış; böylece ülkemizde öteki üniversitelerde bilgisayar mühendisliği bölümlerinin kurulmasının ve Türkçenin bir bilim-teknik ve öğretim dili olarak yaygın bir biçimde kullanılmasının yolunu açmış.

1971’de, 7 arkadaşıyla Türkiye Bilişim Derneği’ni (TBD) kurarak bilişimin ülkemizin kalkınmasında bir araç olarak kullanılmasına öncülük etmiş. Bu mesleğin öneminin anlaşılması için olağanüstü çaba göstermiş. Çok sayıda bilgisayar mühendisinin yetişmesine, bilişim sektörünün yoktan var olmasına önemli katkılarda bulunmuş. Köksal bugün, Türkiye Bilişim Derneği Onursal Başkanı. Günümüzde kaba bir kestirimle Türkiye’de, bilişim alanında toplam 600-700 bin kişinin çalıştığı belirtiliyor.

O aynı zamanda bir toplum önderi; uzun yıllar TBD’de, Türk Dil Kurumu’nda yöneticilik yapmış, Dil Derneği’nin, Ulusal Eğitim Derneği’nin kuruluşunda görev almış. Bilim ve Ütopya Kooperatifi’nin de üyelerinden biri…

İlköğretimden üniversiteye Türkçe ile öğretimin savunucusu olan Aydın Köksal, bilişim’in de bilgisayar’ın da isim babası. Bilişim ve bilgisayar’ın yanı sıra bugün günlük konuşmalarımızda kullandığımız girdi, çıktı, çevrimiçi, yazıcı, bellek, donanım, yazılım, iletişim gibi 2500’den çok sözcüğü dilimize kazandıran da Aydın Köksal’dır. Onun bu çabası Türkçemizi zenginleştirmiş, Türkçenin bir bilim dili olarak gelişme yollarını açmıştır. Türk dili uzmanı, yazar Emin Özdemir bu başarıyı onun Türkçe sevdasıyla açıklıyor: “Sözcüğün gerçek anlamıyla bir Türkçe tutkunu, bir Türkçe sevdalısıdır Aydın Köksal. Hani bir dizesi vardır Yunus Emre’nin: ‘Aşk gelicek cümle eksikler biter.’ Aydın Köksal’ın dilsel eylemi için de böyle olmuştur bu. Bugün bilişim ve bilgisayar dili, Türkçe terimler dizgesine kavuşmuşsa Aydın Köksal’ın çok büyük payı vardır bunda. Aydın Köksal’ın bu eylemi, başka bilim dallarında çalışanlar için de örneksenecek nitelikler taşır.”

“Türkçenin bilim dünyasındaki gereksinmelere nasıl karşılık verdiğini görmek için, yalnızca bilgisayar terimlerine bakmak yeter.” Bu saptama da değerli bir dilbilimci olan Kemal Ateş’e ait.

“Bilişim Teknikbilimini Türkiye’nin Kalkınması için Bir Araç Olarak Kullanacağız!”

Aydın Köksal “Bilişimin, bütün endüstri ve hizmet kesimlerinin verimini artıran sürükleyici bir güç olduğunu” belirtiyor. O mesleğine, “Bilişim Teknikbilimi’ni Türkiye’nin kalkınması için bir araç olarak kullanacağız!” anlayışıyla dört elle sarılmış. Bugün gerçekten bilişimin itici gücünden yararlanmamış bir endüstri ya da hizmet kesimi bulmak zor. Örneğin, 1996’da onu “Onur Üyeliği” ile ödüllendiren Türkiye Döküm Sanayicileri Derneği’nin (TÜDÖKSAD) öyküsü ilginç:

Önceki dönemlerde nitelikli çelik parçalar üretmede sorunlar yaşayan Türk döküm sanayii, 1990’larda dünyanın sekizinci büyük döküm sanayii olmuş; İznik’te kurulu Demir Döküm fabrikası, dünyadaki dördüncü büyük tesis durumuna gelmiş. Bu bölgemizde çok büyük ve üstün nitelikli bir döküm kültürü, dökümhane kültürü oluştuğunu bildiriyor yetkililer. Bugün Avrupa ülkelerinin otomotiv endüstrilerinde yüksek nitelikli çelik gerektiren parçalar Ankara’da, Bursa’da, Eskişehir’de, Konya’da üretilmekte.

Döküm sanayiindeki bu dönüşüm, bilgisayarlaşma ile sağlanmış. Nitelikli çelik üretmenin yolu o üretimi denetleyen süreç denetim yazılımlarından geçiyor.

“Hepsini Yapacağız, Başaracağız”
TÜDÖKSAD eski başkanı Okay Hekimoğlu ve genel sekreteri Vedat Bey bu gelişmeyi şöyle anlatıyorlar: “Bir arkadaşımızın önerisiyle, Türkiye Bilişim Derneği’ne gittik, Bilişim dergisi koleksiyonunu inceledik. Aydın Köksal’ın, 25 yıl önce yazdığı yazıları okuduk, çok şaşırdık; ‘Hepsini yapacağız, başaracağız’ demiş. Üniversitelerde bölümler kurup bilgisayar mühendisleri yetiştirdiğini öğrendik. Biz de bu genç bilgisayar mühendisleriyle işe başladık. Birkaç yıl içinde mühendislerimiz, işçilerimiz, bu güç işi öylesine büyük bir başarıyla sonuçlandırdılar ki ölçüm yapıldığında, kendi özgün süreç denetim yazılımımız denetiminde üretilen Türk çeliği İsveç çeliğinden, Alman Japon ya da Amerikan çeliğinden üstün çıktı.”
Aydın Köksal bu güçlü inancını, bu inançtan güç alan yaratıcı başarısının kaynağını şöyle açıklıyor: “Biz Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi’ni yaşamış, özümsemiş bir toplumun çocuklarıyız. Onun ilkelerini biliyor, kendimize güveniyor, bilime inanıyoruz. Cumhuriyetimizin eğitimine, nesnel ve düşünsel her türlü birikim ve deneyimine sahibiz. Kendi sorunlarımızın çözümü için yabancılara değil kendi yaratıcı gücümüze güvenmeyi Mustafa Kemal’den öğrendik. Çok ve büyük işler yaptık. Gelecekte de daha çok çalışacağız, daha çok ve daha büyük işler başaracağız! Türkiye bugün bilişim alanında, özellikle yazılım alanında yeryüzünün en kapsamlı teknikbilimsel birikimlerinden birine sahip, gelişkin bir ülke konumundadır.”

Aydın Köksal’la Tanışma

Onunla yüz yüze tanışıklığım Bilim ve Ütopya dergisinin Temmuz 2004 sayısında yayınlanan “İz Bırakanlar” röportajı için Köksal çiftinin Yenişehir’deki evlerinde buluşmamızla başladı. Gülden ve Aydın Köksal o gün beni kırk yıllık dostlarıymışım gibi karşılamışlardı. Prof. Dr. Gülden Köksal, Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi, uzmanlık alanının çocuk beslenmesi olduğunu öğrenince dergimize yazmasını önermiştim. “Biz ailece ana sütünü ve anadilini savunuyoruz” demişlerdi.

Aydın Köksal, Bilim ve Ütopya dergisinin Şubat 2001 sayısında “Türkçe ile Bilim Olur mu?” kapak dosyasına Türkçe bilişim terimlerinin 35 yıllık öyküsünü yazmış; Hatay sokaktaki büromuzda yabancı dille öğretimi eleştiren bir söyleşiye katılmış; Bilim ve Ütopya Kooperatifi’nin 19-20 Nisan 2003’te İstanbul’da düzenlediği Uygarlıklar Sempozyumu’nda da güzel bir konuşma yapmıştı. “Bilişim Devrimi, Küreselleşme ve Uygarlıklar Çatışması Ortamında Kimliğini Arayan Türkiye” başlıklı konuşmasında, Samuel Huntington’un Uygarlıklar Çatışması adlı kitabında savunduğu tezlerin eleştirisini yapmış, bu tezlerin, bizim gibi ülkeler üzerindeki emperyalist sömürünün devamının ve ezilen dünyayı parçalamanın teorisini yaptığını anlatmıştı.

Çalışarak Mutlu Olan Bir İnsan

Aydın Köksal’la 2004’teki bu ilk söyleşimiz, müzik ziyafetiyle sonlanan hoş bir görüşme olmuştu. Eşinin börek ikramına Aydın Bey de, önce orgla, J. S. Bach’tan Re Minör Toccata et Fugue, sonra da kemanla seslendirdiği birkaç klasik müzik parçası (bir de Çigan, Csárdás Monti) ile katılmıştı. O gün bir bilim adamından dinlediğim bu minik konser beni şaşırtmıştı. Şimdi anlıyorum; onun kemana müziğe olan tutkusunu gözlememiş olsaydım, Aydın Köksal’ı tanıyorum diyemezdim. “Keman, bugüne değin bütün üzüntülü, sevinçli günlerimde, bana yaşam sevinci, direnme gücü verdi. Yaratıcılığımı besleyen, çözümsüz sorunlar karşısında pes etmeden dayanma gücümü kamçılayan en yakın arkadaşım oldu.”

Aydın Köksal’ın dikkati çeken ilk özelliği canlılığı, konuşkanlığı. Çocuksu denebilecek bir coşkuya sahip… Coşkuyla konuşuyor. Çünkü anlatılacak paylaşılacak pek çok düşüncesi, düşleri var. İyimserliğini, heyecanını, bildiklerini paylaşmak istiyor. Öğrenmeye açık, alçakgönüllü, içten, hoşgörülü bir kişiliği var. Bir ömre birkaç yaşamı sığdırmak istemenin telaşını yaşıyor gibi...

Çok çalışkan dersek onu tam tamına anlatmış olamayız. Çok çok çalışkan… Yaşamını ve yaptıklarını öğrendiğimde onun çalışarak, üreterek mutlu olan bir insan olduğunu anlıyorum. Tanınmış yazarlarımızdan Adnan Binyazar da Aydın Köksal’ı “Bol alüvyonlu derin ırmaklara” benzetiyor, başarıyı olgunlukla karşıladığını belirterek çalışkanlığını vurguluyor. “Onca başarıya karşın, başarı şaşkınlığına kapılmayan ender kişilerden biridir. Önüne hep yapacaklarını yığmıştır. Kişiliğinin bu yanı, onu acılara karşı da dirençli kılmıştır” diyor.

Düşlerimiz Engin, Değiştirme Gücümüz Sonsuz

Öğrencilerinden Hülya Küçükaras, onun yalnızca bilgisayar mühendisleri değil, aydın mühendisler yetiştirdiğini vurguluyor: “HÜ Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği’nin ilk öğrencilerindendik biz. Önce öğretmenimdi... Bir derste, ‘Halikarnas Balıkçısı’ demişti, ‘cebine doldurduğu tohumları toprağa serpip yürüyordu; ben de onun gibi yürümeyi seçtim.’ Sonra, tohumlar boy verdi -onun kıvanarak söylediği gibi- meslektaş olduk. Derken anladık ki meslektaşlığın çok ötesine geçmiş, bilişimci olmanın sorumluluğu ile aydınlanmaya ve aydınlatmaya yürümüşüz birlikte; önde o, ardından biz... Ama ne yürüyüş: Yorulmak, yılmak, caymak, boyun eğmek yok! Düşlerimiz engin, değiştirme gücümüz sonsuz ve şimdi bizim de ceplerimizde tohumlar kıpır kıpır.”

Bir başka öğrencisi Ömer Öztürk de şunları söylüyor: “Örnek insan, alçakgönüllü, ölçülü, saygılı, onurlu, hoşgörülü, bilgili… Bir beyefendi, her zaman tıraşlı, takım elbiseli, tertemiz... İnsanları ve insan yetiştirmeyi çok sever Aydın Bey. Pek çok ülkeyi ve yaşam biçimlerini incelemiştir, onların kültürlerini çok yakından tanımıştır. Ancak en büyük duyarlılığı kendi ülkesi, kendi ulusu ve kendi anadili üzerinedir. Türk Dil Kurumu tarafından kabul görmesi bir yana, halkımızca da hemen benimsenen ve gündelik yaşantımızda kullandığımız birbirinden güzel pek çok sözcük Aydın Bey’in dilimize ve bizlere armağanıdır.”

Kendini Toplumuna Borçlu Hisseden Aydınlar Kuşağından

Aydın Köksal, kendini toplumuna borçlu hisseden aydınlar kuşağından. Yaptıklarıyla, topluma, insanlığa olan gönül borcunu fazlasıyla ödemiş, ödemeye de devam ediyor. Bu onun severek yaptığı gönüllü bir seçim. “Birey olarak çağımda olan bitenden sorumluyum; çok yorularak yaşıyorum, ama doğal olarak bunun insan olmaya değen, güzel bir yaşam biçimi olduğunu düşünüyorum...” diyor.

Mücadeleci, ısrarcı, vazgeçmek sözü onun yaşam sözlüğünde yok. İyimserlikten, sevgiden güç alan bir sabra sahip; alçakgönüllü… Sıkılmak, umutsuzluğa kapılmak için zamanı yok! Buna hakkının da olmadığını düşünüyor! Eşi Gülden Köksal, onu şöyle tanıtıyor: “O tek başına kalsa bile, sonunda her şeyi iyiye, güzele dönüştürebileceğine inanan güçlü, olumlu bir kişilik.” İşte bu kişilik yapısı yurtseverlikle birleşince örnek bir insan çıkıyor ortaya. Gülden Köksal’ın kırk yıllık birliktelikten sonra söylediği şu söz evlilik ilişkilerini olduğu gibi, onun çevresiyle ilişkilerini de çok iyi tanımlıyor: “Aydın özgürlüğünde yaşam sevinci bulan, istediğini yaparak mutlu olan biri; kapana kısılarak koleksiyonu yapılabilecek bir kelebek değil; onunla birlikte yaşayabilmek için çok akıllı olmak, çok iyi gözlemci olmak gerek!” Bunu 4 Şubat 2006’da kahvaltı ederlerken yaptıkları söyleşide kendisine söylediğini not etmiş!

Kendine de, Diğer İnsanlara da Güveniyor

“Güzellik bakan gözdedir” diyen evrensel bir atasözümüz var. Aydın Köksal diğer insanlara hoşgörülü, içten, arkadaşça, değer vererek yaklaşıyor ve onlardan da benzer yanıtlar alıyor. İzlediği yolda hiç yalnız yürümemiş; takım çalışması, insanlarla omuz omuza olmak onun yaşamında hep var. “Şanslıydım, çok iyi insanlarla birlikte oldum” diyor ama bence bu durum bir şans değil. Sevgi birliğe, bencillik yalnızlığa götürür denir ya, paylaşımcı davranışı ile bu durumu o yaratıyor. Kendine ve diğer insanlara güvenirken şöyle düşünüyor: Birileri yapabiliyorsa ben neden yapamayayım? Ben yapabilirsem başkaları neden yapamasın? “Bakırı altına dönüştürecek bir simyacı olamazdım, ama mühendistim, yapıcı olmalıydım, yaşamı daha mutlu bir yaşama dönüştürebilirdim.”

Amaca Kilitlenme

Tuttuğunu koparan, “amaca kilitlenen” azimli bir insan Aydın Köksal. Gönül verdiği işe, dış dünyayla ilişkisini koparırcasına yoğunlaşıyor. Yaşamını adeta yaptığı işe adıyor. Gençliğinden bir küçük örnek: Keman çalışırken, bir konser öncesinde, yay tekniğinin yetersiz kaldığı bir yerde, aynı satırı on dört saat vazgeçmeden, yorulmadan tekrarlayabiliyor.

“Yinelemenin iz bırakıcı, pekiştirici bir etkisi var. Aynı doğru kavramı yorulmadan otuz yıl, kırk yıl, elli yıl boyunca hiç vazgeçmeden her gidilen yerde, yeniden yeniden anlatmak, tartışmak gerekiyor. Örneğin bilgisayar sözcüğünü üretmemin üzerinden 10-15 yıl geçmişti, hâlâ baskı vardı üzerimde, bu seçimimden vazgeçmem için. İnsanların önemli bir bölümü hâlâ karşı çıkıyordu. Onlara şu yanıtı verdiğimi anımsıyorum: ‘10–15 yıl nedir ki bir toplumun yaşamında? Daha bir avuç insan ancak duydu bilgisayarın adını. Daha halka yansımadı olay; onun için ben bunu hiç de başarısızlık gibi görmüyorum, tersine başarı sayıyorum. İkinci bir 15 yılın sonunda gelin konuşalım!’ Bu konuşmayı yaptıktan birkaç yıl sonra kişisel bilgisayar denilen ucuz, küçük ve kişiye özgü makineler Türkiye’de de yaygınlaşmaya başladı. Mesleğimiz çok devingen. Hizmetlerimiz halka ulaştı. Yenilik üniversitelerin fildişi kulesinden, bakanlıkların bürokrasisinden dışarı taşınca, halkın dilinden yapılma bilgisayar sözcüğü de, bilişim sistemleri geliştirmede elde ettiğimiz başarılarla birlikte, geri dönülmez biçimde yine halka mal oldu.”

Aydın Bir Aile Ortamı

Aydın Köksal, 4 Nisan 1940’ta İstanbul’da doğmuş. Anne ve baba tarafından büyük babaları subay… Balkan Savaşında, Birinci Dünya Savaşında, Kurtuluş Savaşında savaşmışlar. Köksal dedesinin İstiklal Madalyası’nı, “Bağımsızlığımızın bir onur belgesi olarak” koruduğunu, sakladığını belirtiyor. Annesi Edirneli, babası Elazığlı... Ailede yurtsever, Cumhuriyetçi bir gelenek egemen… Aydın Köksal’ın annesi de babası da sanat duyarlığı olan yurtsever insanlar. Babası, müziğe, Türkçeye, dillere meraklı…

Aydın Köksal, bilime inanan insanların arasında büyür. Azarlanmaz, cezalandırılmaz. Bu onun için çok büyük bir şanstır. Özgür olabilmek için, kendi isteğiyle Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okur. Hep başarılı bir öğrenci olur. Oyun ve hayal kuran, meraklı, el becerilerini seven bir çocuktur.

Onun Yaşamını “Merakları” ve “Öğrenme Tutkusu” Belirliyor

Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirir. Alışılmış anlamda pek ders çalışan bir öğrenci sayılmaz. Fransızca olarak gördükleri derslerden pek bir şey anlaşılmadığı için, yatılı okulda akşamları elbirliğiyle dersleri, kendi başlarına Türkçenin kalıbına dökerek öğrenirler. Doğal olarak sınıf birincisine daha çok iş düşer. Bu nedenle Aydın Köksal kendini her yerde hep, hem öğrenci hem de öğretmen gibi hisseder.

Mutlu birisidir, adıyla, kişiliğiyle, arkadaşlarıyla, çevresiyle barışıktır. Ancak yeryüzünde haksızlığı, sömürüyü ortadan kaldırmak için de kıran kırana savaşıma girmekten kaçınmaz. Çevresiyle barışıklığı, ona bu savaşımda inandırıcılık kazandırır, düşüncelerini yayma olanağı verir. Sınıfta toplumsal bir yaşamları vardır. İkili ilişkileri çok azdır, on yirmi kişi birlikte olurlar... Birçokları yatılı okulun sıkıntılarını anlatırken, o insanlarla birlikte olmaktan, sorun çözerek yaşamaktan mutlu olur. Çok iyi öğretmenleri olur, hepsinden herkesten bir şeyler öğrenir. Ne zaman ders ne zaman teneffüs, ya da gezi, oyun, pek ayrımına varmadan, merakla coşkuyla kendini yaptığı işe verir. Bu durumu şöyle tanımlıyor: “Eğlence ortamında mı daha çok öğrendik, yoksa derste mi, bilemiyorum.”

Önemli Olan Başkasıyla Değil Kendi Kendinle Yarışmak

On altı yaşından sonra spor yapar. Gençlerde 400 m ve 400 m engellide yarışır, gençlerde bir kez üçüncü olur, madalya alıp kürsüye çıkar. Dört yıl büyük bir istekle yarışır. Şimdi “eğitiminin %51’ini spora borçlu” olduğunu düşünüyor: “Burada önemli olan başkasıyla değil kendi kendinle yarışmak... Bir atletizm pistinde, rakibinize çelme atamazsınız, kimseye haksızlık yapmadan yarışabilmeyi öğrenirsiniz. Yarışı bayılacak gibi bitirirken korkarsınız. Ama ‘geçen sefer dayanmıştım’ diyerek yarışı sürdürürsünüz... Kendi yeteneğinize karşı yarışıp önünüzde olanlara saygı duymayı öğrenirsiniz. Kıskançlık değil, örnek alma duygusu gelişir.”

Aydın Köksal 25, Gülden Bumin 19 yaşlarında, 1965’te bir arkadaşlarının nişanında tanışırlar. Bir yıl sonra nişanlanır, 1967’de evlenirler. Gülden Köksal üniversite öğrenimini, evliyken tamamlar. Aydın Köksal, elektronik mühendisliğini, Galatasaray’daki okul birinciliği karşılığında çağrılı olarak gittiği INSA Lyon’da, Fransa’da okur. Bu okul, Fransa’nın, teknolojide Amerika’yı yakalamak üzere kurduğu önemli bir mühendislik okuludur. Onun bütün iş yaşamı bilişim alanında, bilgisayarlar konusunda çalışmakla geçer.

1967’de Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluşuna katılır; yabancı dille öğretime karşı çıkar; Türk bilişim sektörünün örgütlenmesi doğrultusunda Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT), TÜBİTAK’a uzun süreli gönüllü katkılar sağlar. Üniversite yıllarında gerçekleştirdiği 30 dolayında kamusal projeye, bu arada üniversitelere giriş sorununun çözümüne emek verir. Hacettepe’de 18 yıl çalıştıktan ve Bilgisayar Mühendisliği öğretimini yeni bir bilim alanı olarak başlattıktan sonra 1985’te, YÖK’ün tırmandığı dönemde, üniversiteden kendi isteğiyle ayrılarak, Bilişim Sanayi Ltd’i kurar. Bugün, bilgisayar yazılımı üreten bu kuruluşun başındadır. Bilişim Ltd’de son 28 yılda, eski öğrencileri ve yetişmelerine katkı verdiği genç kuşaklarla birlikte iki yüzün üzerinde proje gerçekleştirirler.

Meslek yaşamında, birçok ülkede, Birleşmiş Milletler, UNESCO, OECD gibi uluslararası örgütlerde Türkiye’yi 22 kez temsil eder ya da birçok ülkede çağrılı olarak incelemelerde bulunur. Avrupa’yı, Orta Doğu’yu, Japonya’yı, Rusya’yı, Orta Asya’yı, Amerika Birleşik Devletleri’ni, Güney Doğu Asya’yı, Beyrut, Kahire, Karaçi, Hong Kong, Bangkok’u tanıma fırsatı bulur. 52 yaşından sonra, hafta sonlarında 2-3 yılda 55 resim yapan Aydın Köksal, 65 yaşından sonra, kütüphanesini kaynaklarını notlarını bir araya topladığı, Çayyolu’nda, bahçe içindeki evine yerleşti. Bir piyano alıp çalmayı öğrendiği Beethoven’in Ay ışığı sonatı eşliğinde bir yandan “Yaşamın Gizi”, “Bilişim Devriminde Türkiye’nin Yenidendoğuşu: 1971-2011-2051” gibi yapıtlarını yazarken, öte yandan mesleğinden kopmadan, Bilişim Ltd’in başında, “ulusal yazılım endüstrimizle Türkiye’nin yeryüzünün en ileri ülkelerinden biri olarak gelişmesine katkıda bulunmaya” çalışıyor.

Anı Yazmak, Ölümün Elinden Bir Şey Kurtarmak

Yaşam öykülerini okumayı hep sevmiştim, meğer anı dinlemek de bir o kadar zevkliymiş. Aydın Köksal, yalnızca çocuk genç ve bir aydın olarak tanık olduğu sosyal siyasi kültürel değişimleri, olayları anlatmakla yetinmedi. Okuduğu kitaplardan ve yaşadığı, gezdiği ülkelerden edindiği izlenimlerden süzdüğü anıları, bilgileri de aktardı.

Ben de heyecanla onu dinledim. Onun yapıtlarını, yazılarını, onun hakkında yazılanları okudum. Köksal’ın eğitimle ilgili olarak başından geçenleri kaleme aldığı Yaşamın Gizi de benim için önemli bir kaynak oldu. Böylece geçmişe uzun bir yolculuk yaptım. Unuttuğum bazı olayları anımsadım. Onun anlattığı çok renkli canlı İstanbul’u, Türkiye’yi bir kez daha yeniden sevdim. Bazen neşelendim bazen hüzünlendim. Okumadığım kitapları okumuş, gitmediğim ülkelere gitmiş, tanımadığım kültürleri tanımış gibi oldum. Onun derin kültüründen yansıyanlarla bilgilendim, zenginleştim. Gelecekle ilgili umutlarım daha bir güçlendi. Umarım kitabımızın okurları da benzer duyguları paylaşırlar. Köksal’ın yaşamı, çocuk ve genç eğitiminde yararlanılabilecek birçok değerli dersi de içeriyor.

André Gide: “Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır,” demiş. Çabamızın, bu acımasız unutma, unutulma gerçeğine küçük de olsa bir karşı koyuş olması dileğiyle…

Emin Özdemir, “Türkçe Tutkunu, Türkçe Sevdalısı Bir Bilişimci” başlıklı yazı, Bilim ve Ütopya dergisinin Temmuz 2004 sayısında yayımlanmış olan İz Bırakanlar dosyası. Kemal Ateş, Aydınlık gazetesi, 27 Kasım 2012.

Adnan Binyazar, “Aydın Köksal Aydınlığı” başlıklı yazı, Öğretmen Dünyası dergisi, Temmuz 2010 Aydın Köksal Özel Sayısı. Bilim ve Ütopya dergisinin Temmuz 2004 sayısında yayımlanmış olan İz Bırakanlar dosyası. Ömer Öztürk, TCMB Bilgi İşlem Gn. Md.Yrd., Bilim ve Ütopya dergisinin Temmuz 2004 sayısında yayımlanmış olan İz Bırakanlar dosyası.