Aydın Köksal Aydınlığı

Adnan Binyazar, 2010
Yazar

... Bilirim ki, Köksal için yazmak, yazana onurdur.

Ülkemizde iki tür aydınlanmacı portresiyle karşılaşıyoruz: Bilim (akıl) aydınlanmacıları, duygu aydınlanmacıları... Akılcılar bilimsel yöntemden şaşmazlar, duygucular coşkularının yolundadırlar. Devrim bile yapabilirler; ama bilimsel temeli olmadı mı, devrim, bir türlü kurumlaştırılamadan, ancak yapıldığı sırada coşku yaratan bir eylem olarak kalıyor.

Atatürk, “Benim mirasım akıl ve bilimdir” ilkesini bu yüzden temellendirmek istemiştir. Bundan ürken gericiler, bilimsel gerçekleri yok sayarak Atatürk devrimlerini dibinden oymaya çalışıp yozlaştırmışlardır. Sonunda, aydınlanma devrimi yapmış laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyet’inde, aydınların dilinden bile “Türkiye İran mı oluyor?” sorusu düşmüyor!

Yaptıkları göz önünde bulundurulup nesnel ölçülerle değerlendirilirse, Aydın Köksal’ın bilim (akıl) aydınlanmacılarının arasında ayrı bir yerinin olduğu görülecektir. Köksal, yalnızca okullarla değil, kendini kendi gücüyle de var etmiş bir bilim adamıdır. Öyle ki, bilimsel çalışmalarını kuramsal bağlamda bırakmamış, bilgi alanını eyleme dökmüştür. Bilim, ona düşünsel katkıyla, onu kullanılabilir hale getirip insanın hayatının bir parçası kılmakla eylemselleştirilebilir.

Köksal, Galatasaray Lisesini birincilikle bitirmiş, Fransa’da Elektrik Yüksek Mühendisliği diploması almış, Bilişimsel Dilbilim dalında doktor, Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği dalında doçent, Bilgisayar Yazılımı anabilim dalında da profesör unvanını almıştır.
Bu sıralı gelişim, akademik çalışmalar yapan herkesin izlediği yoldur. Köksal’ı ayrıcalıklı kılan, bilimi masa üstünden, laboratuarlardan alıp, elektronik, bilişim, bilgisayar yazılımı dallarında işlevselleştirerek insanın kullanım alanına sokmaktır. Köksal, bu çabalarıyla, Türkiye’de en zor olanı gerçekleştirmiştir.

Bilindiği gibi, Tanzimat döneminde başlayan kültür hareketlerinden bu yana yabancı dillere özenmek, aydın kesimlerde modadır. Aydın Köksal’ın bunda da bir ayrıcalığı var. Fransızca, İtalyanca, İngilizce, İspanyolca gibi, dünyanın en işlek dillerini bilmesine karşın, o dillerdeki terimlere Türkçe karşılıklar bulup bilimi Türkçeleştirmeyi amaç saymıştır. Eğitimbilimcilerin saptadıklarına göre, bir toplumda en iyi öğrenme, anadilinde oluyor.

Bilişim, bilgisayar, yazılım, yazıcı kavramlarına Türkçe karşılıklar bulmada Köksal’ın emekleri unutulmamalıdır. Çünkü o çok iyi bilmektedir ki, “Aracı yapan, ona kendi dilinde ad koyacaktır. Aracı başkası yapmış olsa da, her toplum, ona kendi dilinde karşılıklar bulabilecek olanağa sahiptir.”

Aydınlanma, özünde ulusların, dillerini ulusallaşma sürecine sokma edimi değil midir? Martin Luther’in, İncil’i Latinceden Almancaya çevirmesinden sonra Almanya’da düşünce reformu sürecine girilmiştir. Aydınlanma kıvılcımı, toplumlarda dil bilincinin uyanmasıyla başlamıştır. 12 Eylül’ün hemen ardından Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun kapatılmasıyla, dilimiz, lokantalarda, alışveriş yerlerinde, sokakta yabancı dillerin talanına uğramıştır.

Atatürk’ün dil devrimiyle başlayıp gelişen Türkçeyi korumak için başlatılan kurtuluş savaşının cesur savaşçılarından biri de, Aydın Köksal’dır. Bilişimle ilgili yabancı kavramlara Türkçe bilgisayar (computer), bilişim (informatique), donanım (hardware), iletişim (communication), komut (instruction), yazıcı (printer) vb. terimleri o bulup kullanıma sokmuştur.

Yazmaya koyulduğu yaşamöyküsünde kabına sığamayan bir çocukluk geçirdiğini okumuştum. Bir gün bakmışsınız ayaklarına uzun tahtalar bağlamış cambazlık yapıyor, bir gün usta bir klasik müzik bestecisi olup eserler yaratıyor. Daha küçücükken kendince kitaplar yazmış, resim yapmış, fotoğraflar çekmiştir.

Bu yoldaki eylemlerini anlatırken kendimi bayram eğlencelerinin yapıldığı atlıkarıncaların dönme dolapları arasında bulmuştum. Bir İzmir buluşmamızda mütevazı diliyle yaptıklarından sayfalar aralasa da övündüğünü hiç duymadım. Oysa her alanda övünülecek işler yaptığını yakın çevresi biliyor.

Daha gencecik bir öğretim görevlisiyken tanıdığım eşinin de bu kişilik sağlamlığında etkisinin olduğunu düşünürüm hep.

Kırk yıllık dostum Köksal’ı, zekâsı gözlerinde şimşeklenen genç bir bilim adamı olarak Hacettepe Üniversitesi’nde görev yaptığım yıllarda tanıdım. Debisi yüksek ırmaklardan da hızlı konuşmasıyla büyülemişti beni.

Bol alüvyonlu derin ırmaklara benzetirim ben onu

Bol alüvyonlu derin ırmaklara benzetirim ben onu. Onca başarıya karşın, başarı şaşkınlığına kapılmayan ender kişilerden biridir. Önüne hep yapacaklarını yığmıştır. Kişiliğinin bu yanı, onu acılara karşı da dirençli kılmıştır. Nerdeyse organlarının yerlerden toplandığı bir trafik kazası geçirmesine karşın, yüksek iradesiyle kendini yaşama döndürmesini bilmiştir. Çok emek verdiğine inandığım yaşamöyküsü [Yaşamın Gizi] yayımlandığında, aydınlanmacı düşüncenin, bağrında nasıl bir insanı barındırdığı daha iyi anlaşılacaktır.

Bir yazar olarak, elinizde hangi iş olursa olsun, onu bırakır da, bir dostu, zamana damgasını vurmuş bir “insan”ı yazmaz mısınız?..